Servet Yıldırım – [email protected] / Türkiye yaklaşık 2 yıldır seçim atmosferindeydi. Geçen yılki Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimi ile bu hafta sonunda yapılan yerel seçimlerin etkisiyle ekonomi aylardır seçimlerin gölgesinde kalmıştı. Dünkü seçimlerin ardından normal koşullarda 4 yıl sürecek seçimsiz bir döneme girdik. Şimdi sıra ekonominin öncelikli meselelerinin çözümüne yönelik adımları atmaya geldi. Türkiye’nin bu dönemde ekonomiye odaklanarak, önce ekonomide istikrarı sağlaması ve beraberinde yapısal reformları hayata geçirmesi ve gerekli düzenlemeleri yapması gerekiyor.
Türkiye’nin seçimsiz 4 yılı ekonomide bir fırsat penceresi olarak görülüp;
1) Kapsayıcı ve yüksek bir büyüme,
2) Sürdürülebilir bir cari açık,
3) Güçlü bir işgücü piyasası,
4) Kırılgan olmayan bir mali denge,
5) Makul bir enflasyonun bir arada olduğu ekonomik tabloya ulaşılmaya çalışılmalıdır.
Bu noktada, iç tasarruflarımız yetmediği için diğer ülke vatandaşlarının tasarruflarından faydalanmak; birkaç yıl önce ürkütüp kaçırdığımız yabancı sermayeyi tekrar çekebilmek gibi bir sorunumuz var.
Fiilen Eylül 2021’de başlatılan ekonomi modeli, ekonomiyi borç – faiz – kur sarmalından kurtarma iddiasıyla başlamıştı ama çalışmadı, istenilen sonuçları üretmedi.
Ne dolarizasyon önlendi, ne de TL’nin hızlı değer kaybının önüne geçilebildi. Döviz rezervleri zayıfladı. Cari işlemler dengesinde hedeflenen kalıcı iyileşme sağlanamadı; yüksek katma değerli üretimde kayda değer bir artış gözlenmedi. Türkiye’nin kredi riski kötüleşti. Ve en önemlisi enflasyon düşmek bir yana program başladığındaki seviyesinin çok üzerine çıktı. Aynı şekilde modelin bir parçası olan liralaşma stratejisi de liradan kaçışı önlemek bir yana dolarizasyonu güçlendirmişti.
Türkiye bu model ile 2 yıl kaybettikten sonra 2024 – 2026 Orta Vadeli Programı (OVP) ile “rasyonele dönüşü” başlattı. Yeni yol haritası, bazı eleştiriler olsa da genel olarak destek gördü. Ve hâlâ da görüyor.
Türkiye’nin kredi notundaki artış da bu olumlu tepkinin bir göstergesidir. Ancak buna rağmen ne enflasyon hız kesti, ne dışarıdan beklenen yabancı sermaye girişleri başlayabildi. Gerçi son günlerde bankacılık kesiminde sendikasyonların yenilendiğini ve bazı tahvil ihraçlarının olduğunu görüyoruz ama hâlâ istenen boyutta bir giriş yok.
Yabancılar neyi bekliyor?
Geçen hafta konuştuğum bankacılar, yabancı sermayenin Türkiye’ye girmek için mevcut ekonomi politikalarının ve yönetiminin kalıcı olup olmayacağını görmek istediklerini söylediler. Bunun için de yılın son çeyreğini bekliyorlar.
Burada ilk etapta gelmesini beklediklerimiz daha kısa vadeli bir perspektif ile yatırım yapan yabancı portföy yatırımcılarıdır. Hisse senetlerine ve borçlanma kâğıtlarına yatırım yapan bu yatırımcılar kısa vadeli bakarlar, kısa vadede yüksek getiri elde etmeye odaklanırlar. Dikkate aldıkları başlıca 2 kriter vardır: Faizin ya da nominal getirinin yüksekliği ve döviz kurunda oynaklığın olmaması. Ürkektirler; risk gördüklerinde hemen çekip gidebilirler. Geldiklerinde piyasalarda bir coşku yaratırlar ama çıktıklarında finansal çalkantıya ve oynaklığa yol açarlar. Ne yazık ki; kendi tasarruflarımız ihtiyaç duyduğumuz büyümeyi ve yatırımları finanse etmeye yetmediği için bu sıcak paracılara muhtaç kalıyoruz.
Ekonomilerin asıl tercihi ise uzun vadeli ve daha faydalı olan yabancı doğrudan yatırımcıları çekebilmektir. Bunlar sadece sermaye değil, aynı zamanda üretim teknolojisi ve işletmecilik bilgisi de getirirler. Kalıcıdırlar ama bir ekonomiye girmek için ince eleyip sık dokurlar. Sadece getirinin yüksekliğine değil, aynı zamanda hukuki, kurumsal ve ekonomik altyapıya da bakarlar.
Çok vakit kaybeden Türkiye’nin seçimsiz 4 yılı ekonomide bir fırsat penceresi olarak değerlendirip ortaya güçlü bir perspektif koyması gerekiyor. Bu perspektif ortaya konulduğunda ve ilk adımlar atıldığında sadece kısa vadeli portföy yatırımcıları değil, uzun vadeli doğrudan yatırımcılar da planlarına Türkiye’yi koyacaklardır. Koymazsalar da sorun olmaz, çünkü bunu kendimiz için yapmalıyız.