Gazeteci yazar Yalçın Şimşek, beşinci kitabını çıkardı. Şimşek, ‘Dostluk’ta kedi ve köpeklerin tarihimiz boyunca ‘can’dan mal’a’, ‘mal’dan can’a’ savrulan kaderlerini yazdı.
Yalçın Şimşek, padişah fermanlarından Cemil Topuzlu’nun anılarına, aralarında Pierre Loti’nin de bulunduğu yazarların kitaplarına kadar Türklerin asırlardır sokak hayvanlarıyla olan sınavını gözler önüne serdi.
Başıboş sokak köpekleriyle ilgili hazırlanan yasa tasarısının tartışıldığı dönemde Şimşek’in kitabında yazdığı Osmanlı’dan günümüze bu coğrafyada bu konuda yapılanlara bir göz atmakta yarar var. Şimşek, bu konuyu kitabında şu satırlarla dile getirdi:
Padişah fermanı
“Osmanlı’da neredeyse insanlarla aynı muameleyi görüyordu sokak hayvanları. Osmanlı Devleti; sokak hayvanlarını da koruyor, karınlarını da doyuruyor ve şefkatle yaklaşıyordu onlara. Hatta maaşlı görevliler bile tutuluyordu, onlara bakmak için. Kasaplara da aylık para ödeniyordu, sokak hayvanlarının karınlarını doyurmaları için. ‘Mancacılık’ diye, görevleri hayvanları beslemek olan bir meslek bile vardı. Halk, hayvan yemi satın alır ya da dileyen parasını verir, mancacı da onların adına düzenli beslerdi sokak hayvanlarını.
Fatih Sultan Mehmed de dahil, sırf sokak hayvanları için onlarca ferman yayınlamıştı çok sayıda Osmanlı padişahı. Kötü muamelenin yasaklanması, kedi ve köpeklerin soğuktan korunmaları için kulübeler yapılması, sahipsiz hayvanların bakımı ve beslenmesini içeriyordu bu fermanlar.”
“Hayvanlara karşı sevgi ve şefkatli davranışları nedeniyle Avrupalıları şaşkınlığa uğratan bir ülkeydi Osmanlı. Hatta Pierre Loti de, İstanbul’a geldiğinde çok şaşırmıştı bu duruma. Pierre Loti, bir kitabında, ‘Türkler hayvanlara karşı hepimizden daha vicdanlı. Bu güzel insanlar, yağmurda ıslanmış bir köpek yavrusu görse derhal sokağa inip, üzerindeki kıyafetleriyle üstlerini örterler’ diye yazdı.”
Köpeksiz sokaklar!
Yıllarca padişah fermanlarıyla korunan sokak hayvanları, İttihatçılar döneminde Batılılaşma uğruna nasıl gözden çıkarıldı? Osmanlı’daki bu değişim için Şimşek, şunları yazdı:
“Bir İngiliz’in köpeklerden kaçarken duvardan düşüp ölmesi üzerine İngiltere, Osmanlı’ya ültimatom gönderince İstanbul’daki tüm köpeklerin Sivri Ada’ya sürülmesini emretti padişah. II. Mahmut’un fermanına halk büyük tepki gösterince sürgünden geri getirildi köpekler.”
“Osmanlı’nın batılılaşma yıllarında bir kez daha sokaklarından toplanan köpekler Sivri Ada’ya götürülmek üzere Tophane’de kafeslere kapatıldı. Halk buraya baskın yapıp, kilitleri kırdı, köpekleri serbest bıraktı, ama saray kararlıydı. Sivri Ada’ya sürgün edilen 80 bin köpek burada kaderine terk edildi ve hepsinin sonu oldu.”
“II. Mahmud gibi Sultan Abdülaziz de çağdaşlaşmak adına köpekleri toplatmayı sürdürdü. Sivri Ada’daki köpek katliamından sonra 150 kişinin öldüğü, 5 bini aşkın ev ve iş yerinin küle döndüğü 5 Haziran 1879’daki yangını halk, köpeklerin ahı olarak değerlendirdi, Sivri Ada’yı da ‘Hayırsız Ada’ yaptı.”
Tarihten ders alarak diyeceğim şu:
Evet, ülkemizde başıboş köpek sorunu var, ama çözümü onları öldürmek olmamalı.
GÜNÜN SÖZÜ: “Eğer bir hayvanı severseniz, o da hayatı boyunca sizi sever. Eğer bir insanı severseniz, ne yapacağını ben de bilmiyorum.” (T.S. Eliot)